Gözyaşının Gölgesindeki Sevda: Bir Anne-Babanın Sessiz Mücadelesi
İlk teşhis anı. Sanki hayatınızın filmi aniden duruyor, renkler çekiliyor ve geriye sadece boğuk bir ses kalıyor. Beklediğiniz o gülen, koşan, sağlıklı bebek hayali, elinizden kayıp giden bir kum tanesi oluyor. İşte o an, anne yüreği bir kez kırılıyor. Baba ise, omuzlarına dünyanın ağırlığı çökmüşçesine, dik durma maskesinin ardında paramparça oluyor. İnkar etmek istiyorsunuz. “Hayır, bir hata olmalı,” diye fısıldıyorsunuz uykusuz gecelerde. Ama sonra, minik yavrunuzun o masum, hiçbir kötülük bilmeyen gözlerine bakıyorsunuz ve anlıyorsunuz: Bu, sizin imtihanınız değil, bu sizin en büyük lütfunuz.
Mücadele başlıyor. Adım adım, nefes nefes… Bu, bir maraton. Normal bir hayatın koşturmacasına eklenmiş, durmaksızın süren bir terapi, bir eğitim, bir bakım ritüeli. Anne, çoğunlukla birincil bakıcı olarak, kendi benliğini yavaşça geri plana iter. O artık sadece “Falancanın Annesi”dir. Bir nefes molası, bir fincan sıcak çay bile lüks haline gelir. Dışarıdan bakana, bu sadece bir görev gibi görünebilir. Ama biz biliyoruz ki, o küçük bedene dokunan her el, verilen her ilaç, sabırla tekrarlanan her cümle, koşulsuz bir tapınmadır.
Babanın mücadelesi ise çoğu zaman içe dönüktür. O, ailenin ‘kalesi’ olmak zorundadır. Ekonomik yükü omuzlar, sosyal baskıya karşı siper olur. Bazen eşiyle arasına bir duvar örülür, yorgunluktan ve kelimelerle ifade edilemeyen acıdan örülmüş bir duvar. Ama o duvarın ardında, eşinin yorgun gözlerine bakıp yeniden güç veren de odur. Birliktelikleri, ya fırtınada çatırdayan bir gemi olur ya da bu ortak acı ve sevgiyle perçinlenmiş, yıkılmaz bir limana dönüşür.
Peki ya gelecek kaygısı? İşte o, ebeveynlerin yakasını hiç bırakmayan, en derin yaradır. “Bizden sonra ne olacak?” sorusu, her geçen gün daha yüksek sesle yankılanır. Bu kaygı, onları daha çok mücadele etmeye, çocuğun her küçük gelişim adımını bir zafer gibi kutlamaya iter. Konuşulan ilk kelime, tek başına atılan ilk adım, bir başkasının yardımı olmadan yenen ilk yemek… Bunlar, sıradan ailelerin gözden kaçırdığı ama bizim uğruna dağları devirdiğimiz mucizelerdir.
Sevgili okuyucularım, eğer yolunuz kesişirse böyle bir anne veya babayla, lütfen onlara acımayın. Acımak, küçümsemektir. Onlara sadece saygı gösterin ve bir anlığına düşünün: Onlar, hayatın en zorlu sınavında, sevgiyi ve sabrı en saf haliyle yaşamayı öğrenmiş kahramanlardır.
Unutmayın, asıl engel çocuğumuzun bedeni veya zihni değil; bizim kalbimizde büyüttüğümüz ön yargılar ve çevremizdeki duyarsızlıktır. Oysa o ebeveynler, gölgeler içinde bile en parlak ışığı bulmayı başarmışlardır. Onların mücadelesi, yalnızca bir hayatta kalma hikayesi değil, kalbi olan herkese ilham veren sonsuz bir sevda destanıdır.